Şimdi yükleniyor

YÜZ YILLIK AŞK

YÜZ YILLIK AŞK

Giriş: Okuldan geldiğimde kardeşim ve babaannemin tatlı sohbetlerinden doğan gülüşmeler evde çınlıyordu. “Sare! Babaanne! Ben geldim.” Babaannem: “ Hüma, hoş geldin yavrum.” Babaannem hastalığının ızdırabına ve yılların yorgunluğuna rağmen her zaman neşeli ve şen şakrak olurdu. Babaannem(ailemizde Dilruba Sultan) bugün yüz yirmi yaşına girecekti. Annem ve babam eve gelene kadar ufaktan hazırlıklara girişmeliydik. “Bensiz neler konuşuyorsunuz bakalım?” Sare: “ Gel ablacım, Dilruba Sultan anılarını anlatıyordu.” “ Sare babaannemin ilaçlarını verdin mi?” Sare’ nin konuşmaya fırsatı olmadan babaannem araya girdi. Dilruba Sultan: “ Boş verin şimdi ilacı, ilişkin bakayım yamacıma size anlatacaklarım var.”

Gelişme: Dilruba Sultan: “ Yavrularım biliyorsunuz yarın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız. Siz kitaplarımı okudunuz, ben size anılarımı anlattım biri hariç. Şimdi en doğru yer ve zamandayız kızlarım.” Sare: “ Hadi ama Dilruba Sultan, çatlatacaksın bizi meraktan!” Babaannem: “ Ah, Sare’m Osman Efe (dedemiz) gibi çok sabırsızsın.” Ne zaman dedemin adı anılsa Dilruba Sultan’ on gözleri dolar, yanakları kızarırdı. Dilruba Sultan: “ Bir asır önceydi daha dün gibi her anı aklımda. Babam (Ahmet Ali), annem (Hatice) ve kardeşimle meydana koştura koştura gidiyorduk. Bugün Cumhuriyet’ in ilanıydı. Tüm Ankara al bayrakları ellerinde, türküleri dillerinde meydana doluşmuştu. İğne atsan yere düşmezdi. O kalabalığın arasında annemleri kaybetmiştim. Sağıma soluma bakındım göremedim. Belki ileride bulurum niyetiyle yürümeye başladım, az ötemde bir bank vardı yorulmuştum da oturup soluklandım. Telaşlı bakışlarım etrafta gezinirken gözlerim bir çift çakır gözle kesişti. Zaman durmuştu. Hürriyet ve istiklal neşesi içinde mavinin ve kahverenginin tonları karışıyordu. Kıyafetlerinden asker olduğu belliydi. Birkaç adım atıp yanıma geldi. ‘Hanımefendi bir sorun mu var?’ Midemde kelebekler uçuşuyordu, yüzüm yanıyordu. Çakır gözlerinin derin sularına dalmıştım. ‘ Ailemi kaybettim de… Telaşım ondan olmalı.’ Elimdeki al bayrak, kırmızı elbisem ve kızaran yanaklarım uyumlu bir üçlü olmuştu. Nasıl hissetiğimi varın siz düşünün. ‘ Bendeniz Osman Efe, askerim.’ Tahminlerimde yanılmamıştım. ‘ Memnun oldum Osman Bey, ben de Dilruba.’ Birden omzumda bir el hissettim. Dönüp baktığımda görmeyi en çok istediğim çehre. Annemdi. Çok rahatlamıştım. ‘ Dilruba, yavrum çok meraklandık neredeydin?’ ‘Ben de anlayamadım anneciğim bu hengamenin arasında.’ Çakır gözlüye dönüp ‘İyi günler dilerim Osman Bey. Tanıştığıma tekrardan çok memnun oldum.’ Dedim. Bu sözleri nasıl söylemiştim bilmiyorum ama tek bildiğim çakır gözlüden henüz ayrılmak istemememdi. ‘Dilruba Hanım!’ Dönüp baktığımda çakır gözünün yalvarırcasına baktığını farkettim. ‘Yarın aynı saatte yine burada buluşabilir miyiz? Biliyorum yeni tanıştığınız birinin teklifini kabul etmeniz çok zor. Ama beni kırmayın Dilruba Hanım.’ Kalbimin sesini dinledim. ‘Olur’ dedim ve arkama bakmadan annemin yanına vardım.

Sonuç: Sare: “ Sonra n’ oldu babaanne gittin mi meydana?” Dilruba Sultan: “ Gittim yavrularım. Meydan cıvıl cıvıldı, her bir yanı al bayrağımız süslüyordu. Ben kırmızı elbisemi giymiştim, Osman da siyah pantolon ve beyaz bir gömlek… İkimiz de aşkımızı o gün itiraf ettik.” Dilruba Sultan yaşanmışlıklarına geri dönmüştü. Dilruba Sultan: “ Hüma, kızım şu çekmeceyi aç bakalım içinde bir kutu olacaktı.” Çekmecede ay ve yıldız işlemeli mavi bir kutu vardı. İçinde deniz yıldızlı bir saç tokası, ucunda hilal ve yıldız olan inci bir kolye ve mektuplar vardı. Dilruba Sultan: “ Bu kolyeyi meydandaki ikinci buluşmamızda tokayı da Cihangirime hamile olduğumu öğrendiğimiz gün hediye etti. Mektuplar… Biliyorsunuz, dedeniz askerdi. Babanıza hamileydim , doğuma az kalmıştı. Osmanımın kalbi vatan millet ve hürriyet aşkıyla yanıyordu. Gitmeden önce bana söz verdi oğlumuza birlikte kucağımıza alacağız, birlikte büyüteceğiz diye. Nasip değilmiş. Akşam olunca sancılarım da artmıştı, komşuların da yardımıyla hastaneye gittik. Cihangirim doğmuştu. Yavrumun doğumuna henüz sevinemezken kara haber geldi. Osman’ım şehit olmuştu.” Dilruba Sultan ağladı biz de ağladık. Babaannemin gözyaşları yüreğinden akıyordu. Dilruba Sultan: “ Ah yavrularım, ağladığıma bakmayın. Bunlar mutluluk gözyaşları, sevdiceğime kavuşmama az kaldı. Çakır gözlünün şu sözlerini hiç unutmam. ‘ Dilruba’m biz senle cumhuriyetin yurdumuza hakim olduğu gün karşılaştık, al bayraklar altında kalbimizde vatan aşkıyla bulmuştuk birbirimizi. Cumhuriyet vatanımızda hep var olsun, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşasın. Bizim aşkımız da bir asır dünya aleminde sürsün, sonsuza dek kalbimizde bu aşkın ateşi yansın.’ Yavrularım Osman’ım ölmeden önce yazdığımız bir şiirimiz vardı, onu hiç yayınlamadım. Osman’ımdan başka kimse de okumadı. Bir asırdır kalbime gömdüm şiirimizi şimdi gün yüzüne çıkarma vakti kızlarım. Gökyüzüne özgürce bakabilmek./ O maviyi mavi gözlerinde hissedebilmek./ Bize verdiğin değeri hakkıyla yaşayabilmek sevincidir, / Cumhuriyet. / Çocukların sevinci gözlerinden belli./ Yurdun sesi göğe yükseldi./ Tüm milletten tek bir ses: / Cumhuriyet, cumhuriyet. / Vatanın ufkunda,/ Tek duamız Hakk’a./ Yürü Türk genci hiç durma./ Asil atan arkanda. Hüma’ m kolyem sana emanet boynundan hiç çıkarma yavrum. Sare’m dalgalı saçlarından bu tokayı eksik etme. Mektupları da Cihangirime verin kızlarım. Sizi çok seviyorum.” Babaannemin dudaklarından dökülen son dünya kelamlarıydı bunlar. Son nefesinde şehadetini getirip ebedi hayata göçtü Dilruba Sultan.

HAYRUNİSA GÜL KADAN

Share this content:

Yorum gönder