Şimdi yükleniyor

Yolculuk: 5.Bölüm

Yolculuk: 5.Bölüm

Paladir’in Mazisi 2. Kısım

“Elend gitti!” diyerek içeri daldı Velis Hanım. Paladir ve Bagun konuşmalarını yarıda kesip ayağa kalktılar. “Peşinden gittim ama yakalayamadım…” dedi nefes nefese Velis Hanım. Paladir Velis Hanım’a “Nereye gitti?” diye sordu. “Yokuş aşağı şehre doğru indi!” diye nefesini düzenlemeye çalışırken cevapladı Velis Hanım. Paladir Vali Bagun’a göz ucuyla baktı ve kapıdan dışarı fırladı. Tam konağın çıkışına varmışken hemen kapının yanında duran Galtoni ile kısa süreliğine göz göze geldi. Pis pis sırıtan Galtoniye aldırış etmeden Konaktan çıkıp yokuş aşağı koşmaya başladı.

Yokuşu inip meydana vardığında bir an nereye gideceğini şaşırdı Paladir. Aklında gürültülü düşünceler uçuşuyor, ne susmak biliyorlar ne de manalı bir şey söylüyorlardı. Paladir nereye gideceğine karar vermeye çalışırken arkasından Kapa yaklaştı ve “Tepeye doğru gitti…” dedi. Paladir bu ani yardım karşısında şaşırmış bir halde bu yaşlı haliyle dimdik ayakta duran Kapa’ya baktı ve “Teşekkürler” diyerek güneydeki tepeye doğru koşmaya başladı. O duymasa da Kapa arkasından “Asıl ben teşekkür ederim Fırtına Kılıç… Yaptığın ve yapacağın her şey için…”.

Nefes nefese kalan Paladir en sonunda tepenin zirvesine ulaşmıştı. Ve Elend’i otururken buldu. “Deli misin sen?!” diye nefes nefese seslendi. Elend cevap vermedi. Paladir biraz soluklanmak için konuşmayı kesti ve nefesini yeniden düzenlemeye çalıştı. “Neden kaçtın ki?” diye sordu. Elend yine cevap vermedi. Elend dizlerini kendine çekerek oturmuş uzaklarda, ormanın arkasında gözüken okyanusta batmakta olan güneşi izliyordu. Velis hanımın verdiği elbiseler şimdi toz toprak olmuş bazı yerleri yırtılmıştı. “Hayat sana adil davranmazken nasıl yaşayabilirsin Paladir?” diye sordu Elend. Bu beklenmedik soru karşısında Paladir şaşırsa da cevap verdi “Şey… Hayat kimse için adil değildir…”. “Ama ya sen? Bütün bi aileni, kardeşini, geçmişini kaybettin! Nasıl olur da yıkılmadan ayakta kalabilirsin?” diye diretti Elend. Paladir derin bir nefes aldı ve Elend’in biraz yukarısına oturdu. “Hayat kimseye adil davranmaz Elend… Herkes kendi aleyhine olan şeylerle doğar ve yaşar. Önemli olan aleyhine gibi gözüken durumları lehine çevirmektir.”. “Peki ya kaybedişler?” diye yeniden sordu Elend. “Kaybedişler bizi güçlendirir.” diye cevapladı Paladir “Kayıplar acıdır, dayanmak zordur… Ama dayanmayı başarırsan mükafatı da çoktur.”. İkna olmamış gözüken Elend’e okyanusun üzerindeki bir karaltıyı gösterdi “Şu karaltıyı görüyor musun? İşte o buraya gelmemi sağlayan geminin enkazı. Eğer o kaza olmasaydı muhtemelen şu an burda oturmazdım.”. “Ama belki de daha iyi bir yerde olurdun!” diye karşı çıktı Elend “Belki… Ailenin yanında olurdun…”. “Belki…” dedi Paladir “Belki de olmazdı… Eğer belkilere takılırsan asla yol alamazsın, çünkü belkiler hiçbir şeyi değiştiremez. Geçmiş elden gitti, yarınsa bir meçhul, elde kalan sadece bugün. Geçmişe takılırsan bugünü de heba edersin.” “Ne yani geçmişini unutmayı mı seçtin?” diye sordu Elend. “Asla” diye cevapladı Paladir “Sadece geçmişte yaşamamayı öğrendim. Çünkü ne kadar ‘bu böyle olsaydı şu şöyle olurdu’ desen de ne bu böyle olacak ne de şu şöyle.” 

“Peki ya kardeşin?” diye sordu Elend. Paladir “Velis Hanım mı anlattı?” diye sordu. Elend, evet anlamında başını salladı. Paladir hafifçe güldü ve anlatmaya başladı “Yitve benim her şeyimdi, tek yaşama amacımdı. Ama sonra onu benden aldılar… Onu öldürdüler… On beşli yaşlarımdaydım… İçimde korkunç bir canavar ortaya çıktı ve sadece kan istiyordu. Acı, ölüm, intikam bu istekler her yanımı sarmıştı. Geceleri uykusuz kalıyor Yitve gözümün önüne geliyordu. En sonunda kaçtım. Bi at çaldım ve gittim. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Sadece Ostard’dan gitmek istiyordum. Daha önce Ostard içinde çok dolaşmıştım ama hiç dışarı çıkmamıştım.” 

“Sadece at koşturdum, günlerce… dinlenmeden… Levindan’ı, Davosra’yı, Yaban Kalesi’ni ve Yaban’ın bir kısmını geçtim. En sonunda bindiğim at Direniş Kalesi’ne varmadan kırıldı. Benim halimde atımdan farksızdı, at yere yığılınca kalkmaya bile gücüm yetmedi. Beni bir grup tüccar bulmuş, köle olarak satılabilirim diye beni alıp götürmüşler. Kendime geldiğimde Direniş Kalesi’nde idim. Bir kaç günlük esir hayatımın ardından bir şekilde kaçtım ve yine bir at çalarak Yaban’a doğru sürdüm. Hala Ostard’a dönmek istemiyordum.”

“Yaban’da aç susuz çok dolaştım, en sonunda bir grup eşkıya beni yanlarına aldı. Her ne kadar cılız ve güçsüz olsam da iz sürmede ve at binmede iyiydim. Birkaç ay onların yanında kaldım, onlardan savaşmakla ilgili Ostard’da öğrendiklerime benzemeyen şeyler öğrendim. Yine de hala o cılız ve güçsüz Paladir’dim: Bir kılıcı bile zor kaldırırdım. Sonra bir gün eşkıyaların arasında da rahata eremediğimi fark ettim, hala intikam alamayacak kadar güçsüzdüm. Sonra bir gün başarılı bir kervan soygununun ardından oturmuş kutlama yaparken bir hikaye anlatmaya başladılar. Hikayeye göre Yaban Dağı’nın zirvesinde bir savaşçı yaşarmış. Bu savaşçı zamanında bir büyücüden aldığı özel bir tılsım sayesinde yenilmez olmuş, her kim onu öldürürse tılsımın dolayısıyla sonsuz bir gücün sahibi olurmuş. O çocuk aklımla bu hikayeyi fazlasıyla ciddiye almıştım. Geceleri gözüme uyku girmez olmuştu, her daim o savaşçıyı; tılsımı, Yitve’yi ve intikam almayı düşünüyordum. En sonunda bir gün tam bir soygunun ortasında aradan sıvışıp kaçtım. Taa Yaban Dağı’nın zirvesine kadar çıktım.”

“Zirveye ulaştığımda soğuk hava ve tipi ile beraber göz gözü görmüyordu ama yine de ben onu gördüm: Savaşçıyı! İri yarı değildi, ama zayıf da sayılmazdı, bir elinde uzun bir sopa taşıyordu. Bağırdım ona ‘Ya tılsım ya canın!’ aklıma koymuştum ya o tılsımı alıp Yitve’nin intikamını alacak ya da burada ölecektim. Savaşçı tek kelime etmedi, yüzü bir pelerinin şapkası altında gözükmüyordu ama bana bakışlarını hissedebiliyordum. Kılıcımı çektim ve temkinli adımlarla ilerlemeye başladım. Yaklaştım, yaklaştım, yaklaştım ama savaşçı hiç tepki vermedi. En sonunda uygun bir mesafeye gelince -zar zor da olsa- kaldırıp kılıcımı savurdum. Tek yaptığı geri çekilmek oldu. Tekrar tekrar kılıcımı salladım ama tüm vuruşlarımdan aynı şekilde kaçtı. En sonunda ben iyice sinirlenmişken sopasıyla kılıcıma karşılık verdi. Beni yenmesi iki dakikasını falan aldı her halde. Benimle işi bittiğinde feci halde hırpalanmış yerde yatıyordum. Ve bana ne dedi biliyor musun? ‘Hayatla savaşmayı bırak. Asıl düşmanın seni başkasına dönüştürmeye çalışanlar…’ Ve gitti… Zor da olsa yerimden kalkıp peşinden gittim. Onu bulduğumda oturmuş Dağdan aşağıyı, Yaban’ı seyrediyordu. ‘Bana da öğret!’ dedim ‘Hayatla savaşmayı nasıl bırakacağım?’ işte o günden sonra beni eğitmeye başladı.”

“Bana ağır silahları ne kadar uğraşsam da kullanamayacağımı, kullansam dahi ustalaşamayacağımı öğretti. Onu suçlayamazdım, aralarında yaşadığım Ostardlılar benim tam tezatımdı: Onlar iri yarı bense cılızdım, elbetteki onlar gibi ağır kılıçları savuramaz, baltaları kaldıramaz, gürzleri indiremezdim. Bana hafif ve uzun bir kılıç dövdü, onu hızlı ve atik bir şekilde kullanmayı öğretti. Bana bedenimi tanımayı ve onu kabullenmeyi öğretti: ‘Biz bu Dünyaya bu bedenle geldik’ derdi hep ‘Bedenimizi değiştiremeyeceğimize göre onu en iyi şekilde kullanmayı bilmeliyiz’. Benim vücudum ağır işler ve güçlü saldırılar için uygun değildi, ben hızlı ve atiktim ve buna yoğunlaşmalıydım. Bana intikamın boşluğunu öğretti, intikamın hiçbir işe yaramayacağını insanı sadece daha çok şiddete sürükleyeceğini öğretti. Bana kaybetmeyi öğretti, unutmamayı ama takılıp kalmamayı öğretti. Bir gün ona tılsımı sormuştum, bana alnındaki tuhaf şekilli derin yarayı göstermişti ‘O bir yenilmezlik tılsımı değildi’ demişti ‘O insana fitne fesat veren ve onu yiyip bitiren iğrenç bir lanetti. Evet seni fiziksel olarak güçlendirirdi ama aklını korkunç fikirlerle bulandırırdı… Ben onu söküp atalı çok oldu…’ Onun yanında yaklaşık yarım yıl kaldım. Beni bu günkü halime getiren oydu. Fırıncının çırağı olmaktan ileri gidemez dedikleri Paladir’den bir savaşçı çıkardı.”

“Aslında yanından ayrılmak gibi bir niyetim yoktu fakat son zamanlarında çok hastalanmıştı, yataklara düştü. Bir gün su ve yemekle yanına gittiğimde bana son sözlerini söyledi ‘Ben zamanında art arda çok büyük hatalar yaptım Paladir. Artık istesem de bu hataları düzeltemem. Sen Paladir, benim son umudumsun. Dünya her daim değişecek ama hatalardan doğan sorunlar hep aynı kalacak. Var git Ostard’a, evine, kardeşinin yanına… Büyük işler başaracaksın… Ama şunu unutma: Karanlığa asla boyun eğme, sana tüm Dünyayı vaat etse dahi… Yolun açık olsun Paladir, sen benim son umudumsun…’’ O benim hocamdı… beni ben yapan oydu, neredeyse her şeyimi ona borçluydum… Ve Ostard’a döndüm… evime… kardeşimin yanına… Ve öğrendim Elend, hayata karşı gelmemeyi öğrendim. İsyanla, kapılıp gitmek arasındaki ince çizgiyi öğrendim. Hayatta değiştiremeyeceğimiz ve belki de bize sorun çıkaracak çok şey var. Ama biliyor musun? Bir o kadar da değiştirebileceğimiz ve bize fayda sağlayacak şey var.”

Paladir hikayesini bitirince göz ucuyla Elend’e baktı. Anlattıklarıyla belli ki Elend’i etkilemeyi başarmıştı. “Eldon’a gitmek istemiyorum… Oraya gidemem!” dedi Elend. “Peki neden?” diye sordu Paladir. Elend soruyu cevaplamadan sessizce önüne döndü. “Bana güvenmemeni anlayabiliyorum.” dedi Paladir “Ama inan bana seni koruyacağım.”. “Beni götüreceksin değil mi?” diye sordu Elend. “Sanırım başka çarem yok…” dedi Paladir. “O zaman” dedi Elend “Sanırım değiştiremeyeceklerimi bırakıp değiştirebileceklerime odaklanmalıyım…”. Ve beraber Güneşin okyanus üstünde kayboluşunu izlediler…

Share this content:

Yorum gönder