Şimdi yükleniyor

Yolculuk: 13.Bölüm

Yolculuk: 13.Bölüm

Gazab

“Gazab”… Banandur ile karşılaştıklarından beri bu ismi düşünüyordu. Batı’dan Doğu’ya, gencinden yaşlısına herkes onun kim ya da ne olduğunu bilir fakat adını anmaya cesaret edemez, sanki yeniden o korkunç yılları yaşamaya mahkum olacaklarmış gibi çekinirlerdi. “Gazab”… Elend durmadan bu ismi tekrarlıyordu… Üzerinden neredeyse yarım asır geçmesine rağmen sanki her an sonsuz ölüm uykusundan uyanıp önüne gelen her şeyi yeniden yok edecekmiş gibi gelirdi insanlara. Çocukları korkutmak için anlatılan bir canavardan fazlasıydı o, en korkuncu da buydu… Gazab’ın özünde bir insan oluşu…

Vidnu’dan ayrıldıktan bir gün sonranın sabahıydı. Yaban’ın ulaşılamaz gözüken Batı duvarına daha da yaklaşmış olmalarına rağmen önlerinde hala yarım günlük yol vardı. Yaban’ın bereketsiz ve kurak, bozkırımsı toprakları yaya gidilince daha bir çekilmez oluyordu. Uzun yollara alışık olmasına rağmen Paladir dahi yorulmuş görünüyordu.

Yorulmuş olması bir yana oldukça düşünceliydi. Sürekli kendi kendine bir şeyler sayıklıyor sık sık dönüp peşi sıra yürüyen Elend’e bakıyor, sonra yine önüne dönüp mırıldanıyordu. Gerek obruktaki “Canavar”la gerekse çeteyle savaşmak onu yormuştu, son iki üç gündür başlarına gelmeyen kalmamıştı. “Nimron…” diye düşünüyordu Paladir “…orada mutlaka bir çözüm bulurlar!”

Sessiz ve yorgun geçen birkaç saatin ardından ufak bir tepeciğin üzerine tırmanıyorlardı. İyice yorulan Elend geride kalmıştı. Paladirden biraz sonra tepeye çıkmayı başardığında ise Paladir’i Yaban’ın kuzey ufkuna öylece bakarken buldu. “Ne oluyor?” diye soracaktı ki Paladir elini kaldırıp onu susturdu ve gözlerini daha bir kısarak ufka bakmaya devam etti. Meraklanan Elend de aynı yöne bakmaya başlamıştı ki yaklaşık beş yüz metre ötede büyük bir toz bulutu gördü. Elend de Paladir gibi toz bulutuna kilitlendi.

Toz bulutu biraz daha yaklaşınca yavaş yavaş bir silüet belirmeye başladı. İlk önce bir at sandı, sonra silüet daha da yaklaştı ki daha da tuhaf bir şey ortaya çıktı. “Bir ayı?” diye şaşkınlıkla sordu Elend. Paladir cevap vermeden bakmaya devam etti. Silüet daha da yaklaşınca durum iyice tuhaflaştı. Ayı bazen dört ayak üzerinde hoplaya zıplaya ilerliyor, bazen de iki ayağı üzerine kalkıp koşmaya devam ediyordu.

Elend son bir umut tekrar Paladir’e dönmüştü ki Paladir yüzünde koca bir gülümsemeyle kılıcını çekip kafasının üzerinde sallamaya ve uçarcasına tepeden aşağı inmeye başladı. Hala ne olduğunu anlamamış olsa da Elend de bir çare Paladir’in peşinden aşağı inmeye başladı. Paladir şimdi ayıya doğru koşuyor, nidalar savuruyordu. Ayı bir anda hiç hız kesmeden yönünü değiştirdi ve Paladir’e doğru koşmaya başladı. 

Elend şimdi bu tuhaf yaratığın ayı postu giymiş bir adam olduğunu anlayabilmişti ama bu geç anlaşılma onun suçu sayılmazdı; adam iki ayak üstünde resmen insanüstü bir güçle koşuyor, ayağı takıldığında ya da tökezlediğinde kendini düzeltmeye iç uğraşmadan elleri üzerine düşüyor, bu sefer de bir hayvan misali dört ayak üstünde hız kaybetmeden ilerliyordu.

Paladir daha ufak bir tepeciğin üzerinde durdu, haykırmaya ve kılıcını sallamaya devam ederken adam daha da yaklaştı. Artık onlara iyice yaklaşmıştı ve Elend adamın yavaşlamasını bekliyordu, fakat aksine adam zerrece yavaşlamadan üzerlerine gelmeye devam etti. Adam tam üzerlerine gelirken kendini yere attı ve yarı sürüklenerek yarı yuvarlanarak tam Paladir’in ayağının dibinde yüzüstü durdu. Sonra bir anda ayağa fırlayarak “Paladir!” diye haykırdı. Paladir kılıcını kınına sokup aynı şekilde “Banandur’” diye haykırdı. Banandur böğründen gelen bir kahkaha ile Paladir’i kucakladı. 

Paladir yapılı olmamasına rağmen uzun bir adamdı, buna rağmen Banandur’un yanında oldukça kısa kalıyordu. Banandur öyle yapılıydı ki bilekleri muhtemelen Elend’in boynundan kalındı. Saçı sakalı birbirine karışmış, üzerine attığı ve boynundan bir iple sıkı sıkı bağladığı  ayı postunun altına artık paçavraya dönmüş bir gömlek ve pantolon giymişti. Postunun altından iplere bağlı çeşitli testiler, mataralar ve çantalar sarkıyordu. Havanın kısmen soğuk olmasına rağmen boncuk boncuk terliyor, hızlı hızlı nefes alıyordu. 

“Hey gidi Paladir!” dedi yine kahkaha atarak “Seni görmeyeli uzun zaman olmuştu.” Konuşurken yerinde duramıyordu, durmadan bacaklarını titretiyor; ayaklarıyla olduğu yerde küçük adımlar atıyordu. “Ostard’a uğradığın yok ki göresin” dedi Paladir gülerek. Adam resmen yerinde duramıyordu, sürekli sağa sola dönüyor mataralarının iplerini çekiştiriyordu. 

Banandur’un yüzü düşer gibi oldu “Zor zamanlar…” dedi. Paladir’in de keyfi kaçmış gibiydi “Nerden geliyorsun?” diye sordu. “Bu kim?” diye sordu Banandur Paladir’i hiç duymamış gibi. Elend birden konuya dahil olmanın verdiği şaşkınlıkla bu dev adama baka kaldı. Adam’ın bu davranışına alışmış gibiydi Paladir “Yeni işim…” diye cevapladı. “İyi iyi” dedi Banandur “Albar ve Rusgan da iyiler… Onlar da batıya gitti taa Eldon’un da batısına” “Yaa…” diyebildi Paladir “Sen nereye gidiyorsun böyle?” Konu o kadar hızlı değişiyordu ki Elend ne konuştuklarını zerrece anlamıyordu. Banandur biraz keyiflenir gibi oldu “Eve” dedi “Grodyan’a” Sonra yeniden suratı asıldı “Hepsi yaygaracı, hepsi boşboğaz…” deyiverdi. “Kimler?” diye sordu Paladir fakat hiç oralı olmadan devam etti Banandur: “Savaşmazlarmış, savaş biteli yarım asır olmuş; Yaygaracılar… korkaklar!” Öfkeyle yere tükürdü ve devam etti “Deli dediler… biliyorum aklım kıt ama Albar akıllı, o gönderdi beni… boşboğazlar!”

“Kim?” diye yeniden sordu Paladir, en sonunda soruyu cevaplayarak “Kuzeyliler!” dedi Banandur. “Hangi beye gittiysem alaya aldı beni, ‘Olmaz öyle şey’ dediler ‘Yalancı’ dediler…” “Ne dedin ki onlara?” dedi Paladir. “Sen bana inanırsın değil mi Paladir? Aklım kıt bilirim ama yalan söylemem, boşboğaz onlar, yalan söylemem ben!” “İnanırım…” dedi Paladir “Hem sana hem kardeşlerine inanırım!”

Banandur’un sallanması yavaşladı ve neredeyse durdu, doğruca Paladir’in gözlerinin içine baktı. Sonra küçük bir çocuk edasıyla sanki ayıp bir kelime söylermiş gibi sessizce “Gazab” dedi “Gazab geri dönüyor…”

“Hala Bananadur’u düşünüyorsun değil mi?” diye sordu Paladir. Elend uzun süren bu sessiz yolculuğun ardından Paladir’in konuşmasına sevinmişti  “Daha çok ‘O’nu düşünüyorum…” dedi. Paladir derin bir iç çekti ve “Bilemiyorum…” dedi “Son beş gündür hiçbir işe akıl sır erdiremiyorum… Şimdi de bu mu yani? Gazab… O geri dönüyor!” “Büyücüler ne yapılacağını bilir” diye ekledi “Tek umudum bu…”

Gün ağarmaya başlamış iken Yaban’ın Batı duvarının -ya da sıradağlarının- neredeyse tepesine varmışlardı. Yol, aşağı doğru eğimlenmişken artık önlerinde uzanan ormanın renkleri günışığında yavaş yavaş belli olmaya başladı. İğne yapraklılardan oluşan bu ormanı bir süre seyretti Paladir, günışığı daha da artınca  “Görüyor musun?” diye sordu. “Neyi?” dedi Elend. Paladir cevap vermeden parmağı ile ormanın ortasını gösterdi. Daha dikkatli baktığında Elend de gördü, ormanın tam ortasında birkaç evin sarmaşıklar ve yapraklarla kaplı damları. Sanki ormanın tam ortasına itina ile iliştirilmiş gibi ortamla resmen bütünlük sağlamıştı bu ufak köy. “Nimron…” dedi Paladir “Yarım günlük yolumuz kaldı…”

Cevaplar, iyi cevaplar bulmak umuduyla yürümeye başladı Paladir; tek isteği buydu…

Share this content:

Yorum gönder